Kahraman Kim?

Kahraman Kim?
Who is The Hero?

29 Ekim 2009 Perşembe

ÇEVRİMİÇİ SÖYLEŞİ

Yaşları 50’yi geride bırakmış, ama hiç yaşlanmayacakmış gibi geleceğe bakan iki insanın, arada buluştukları bir kır kahvesindeki konuşmaları…

Başlık bu olsa, belki kıyıdan beriden okur toplayabilir bu yazı.

Ama doğrusu bu değil.

Bu iki insan, 50’sinde internet kullanmanın çoşkusu ile, yazarak içlerini döküyorlar.

Internette yazışmak bir yanı ile monolog özellik taşır. Siz konuşurken, o da konuşuyor, ama siz onu duymuyor ve yazmaya devam ediyorsunuz,

Tâ ki noktayı koyunca kaldırıp başınızı ekranda onun ne dediğine bakıyorsunuz… Hele son noktayı koyup ENTER’e henüz basmamış iseniz…

Onun siz bunları yazarken ne dediğine göz gezdirip, son yazdıklarınıza çekidüzen vermek zorunda kalabiliyorsunuz.

O gün de öyle oldu.

8585803

BİRİNCİ SÖYLEŞEN, yöresel bir ağız ile, kışkırtan bir giriş yaptı:

*Sevgili hocam özlettin gendini. De hadi gonuş gayri! De gidinin Istanbollusu! dedi.

İKİNCİ SÖYLEŞEN (belli ki İstanbul’da yaşıyor),

“İstanbullu olamadım hocam.” dedi. “Hala Adana’yı özlüyorum. Bugün fırsat olsa giderim.”

* * *

Adana güzel yer. bizim enişte öldüğünde bu yıl Adana havaalanına indim... cenaze Mersinde’ydi... öğlen namaza camiide yetiştim... namaz sonrası cenazeyi törenle mezarlığa taşıdık… baktım ordan eve geçiliyor, kimde kalacağız belli değil; bizim birader karısı ile gelmiş, onlar belli ki kalacaklar, bari ben kalmayayım dedim... dönüş biletim ertesi güne idi. cep telefonundan ulaşıp biletimi aynı gün akşam saat 7’ye çektim... önümde 3-4 saatim var, büyük bir keyifle yeni açılmış form mersin alışveriş merkezine girdim... orda bir adana götürdüm.. ne keyif! dükkanları gezdim... ölüm durumlarında insanın duyguları galiba dibe vuruyor. cenazede ve de cenaze sonrası sanki bir rahatlama oluyor… yaşamdan yeniden keyif alma gibi bir hafif kaçamak duygular filizleniveriyor... geçende şairin biri, “cenaze dönüşü insanın içi sevişmek istiyor!” gibi bir laf gevelemişti de, çok üstüne gitmişlerdi. oysa bunda hafif bir gerçeklik payı var gibi. ben bizim rahmetli Eşber’in cenazesini hatırlarım... teşvikiye camii avlusunda hep tanıdık arkadaşlar... hatta sanki bir ilaç firmasının lansman (yeni ilaç tanıtım) toplantısı gibi.. herkes birbirine nasıl işler, piyasa toparladı mı, bu yılı çıkarabilecek miyiz, onu soruyor...

* * *

en son Adana’ya gittiğimde iki gün kebap yemiştim… uçakla döndüm. eve geldiğimde soğan kokusundan içeri almayacaklardı.

* * *

nitekim baktım bizim şişman muhasebeci Ramazan da orda. “lan ne işin var senin?” / “hocam Eşber bey de benim müşterimdi!” demez mi? (yoksa bu şişman muhasebeci de biz mi önerdik nedir?)

* * *

haklısın hocam, cenazeler insana iyi geliyor; insan, “iyi ki onun yerinde değilim!” diye düşünüp rahatlıyor herhalde.

* * *

Ramazan; "daha geçen hafta burdaydı rahmetli, Bodrum’dan gelmişti, mal bölüşüm işi vardı, onu ayarlamıştım, kısmet değilmiş demek" dedi. biliyorsun rahmetli, Bodrum’da vefat etti. gece yanında sevgilisi avukat kız varmış. gece boyu mide yanması, reflüdür diyerek devamlı gaviscon şurup içmiş… bir söylentiye göre de gece yatmadan önce viagra almış… bildik bir kalp rahatsızlığı da yokmuş o güne kadar. ama şişmandı, çok içerdi, sigara elinden düşmezdi… Bodrum’da ilk aylarda küfelik sarhoş olup da sırtta taşıdıkları olurmuş… ama ertesi sabah çakı gibi, sanki o un çuvalı adam o değilmiş gibi görevinin başında! avukatla da orda tanışmış… bir söylentiye göre boşanma işine bakan avukatıymış. olur ya insan denize düşer ilk eline gelen yılana sarılır o misal. 50’sinden sonra erkek milleti masada olsa elinin erişebileceği su şişesinden öteye ulaşamaz, bulduğuyla yetinir…

neyse biz cenaze namazını kıldık. mezarlığa gitmek yerine bizim pis boğaz şeflerden Cemal bey’in de önerisi ve de ısrarı ile teşvikiyenin en iyi dönercisi hacı kebap'a girdik...

ölüm kolesterolden kalp sektesinden gelmişse de, baktım herkes bol tereyağ gezdiriyor tabağına!

bu iş ince iş hocam. her ölenle biraz rahatlıyor muyuz nedir? oysa tersi olmalı, değil mi?

bir torbanın içindeyiz ve yukardaki sırası geldikçe torbadan aramızdan birini çekiveriyor! biz çıkmadık diye, sanki hiç çıkmayacakmışız gibi bir rahatlama geliyor üzerimize.

güneye kaçtı diye, önce çok keyif almış... teknesini de İstanbul’dan çekip getirmiş... ilk günleri güzelmiş, barlardan hiç çıkmazmış... hatta barlarda sızıp altı okka eve taşıdıkları olurmuş...

sonra yaşamına buradan bir avukat girmiş... iyilermiş... bu arada seninki muhasebecisi şişman Ramazan’la haberleşiyorlar, mallar bölünecek diye muhasebeci aracılık yapıyor… karısı telekomunikasyon uzmanıymış, büyük kent dışında asla olmazmış işi. “bana bir ev, bir araba bırak nereye gideceksen git” demiş. bir ev, bir araba, bir 16 yaşında oğlan, bir golden köpek herşeyi bırakmış; bir tek teknesini, bir de ceketini alıp çıkmış evden. daha da bırakacak şeyi yokmuş nitekim.

benim anlamadığım ne biliyor musun? biz heriflerde de iş yok... sen Bodrum’a kaçıp gelmişsin, iyi güzel... mal bölüşümü falan tamam, o işleri de en ince ayarla götürsene.. ne takılıyorsun avukat kadına daha ilk günden. gez dolaş, mevsimlik yaşa, ilik gibi ruslar var, hollandalılar var.

* * *

yok tabii. ilk günden teslim oluyoruz.

* * *

ben direnenini hiç görmedim!

* * *

sanki zar zor bulmuşuz gibi ilk günden teslim oluyoruz. karılar da akıllı. hep anlatırım. nikah masasında imza atıyorsun. dönüp bakıyorsun. aaaa yanında başka biri. nereye gitti ya! diyorsun. yok! bir daha geri dönüş de olmuyor. sonra da çocuk falan. sen uyanana kadar çocuk olmuş oluyor zaten. geçmiş olsun.

* * *

gerçi ben susunca senin konuşmana fırsat vermiş gibi oluyorum. tamam. ben çok konuştum. sıra sende. anlat bakalım.

* * *

en son katıldığım cenaze töreni bizim kayınçonunki idi. evleri ayırmışlardı. çok içerdi rahmetli. akşam 5 başlardı. çoğu gece işyerinde sızar kalırdı. boşanmadan önceleri de, işyerine taşınmış gibiydi. o sabah sekreteri kapıyı açtığında dişçi koltuğunda cansız bedenini bulmuş! o arayıp haber verdiydi. mesleğini pek severdi, ama son zamanlarda hiç hastası kalmamıştı, bütün gün ofisinde oyalanır – dışarı bile çıkmazdı. kim bilir onun da düşü, o koltukta yaşama veda etmekmiş demek.

cenaze dönüşü nerden aklıma takılmışsa, “Ah İstanbul İstanbul olalı / Hiç görmedi böyle keder / Geberiyorum aşkından / Kalmadı bende gururdan eser” şarkısı kulağımda çınladı durdu.

o gün karar verdim; saat 5 oldu mu, kaçarcasına çıkıyorum işyerinden. “gidecek tek yerimiz var, o da salonda bizi bekleyen zavallı kanepe!”

* * *

Yaşları 50’yi geride bırakmış, ama hiç yaşlanmayacakmış gibi geleceğe bakan bu iki insan… bilgisayar ekranında yanıp sönen satır işaretine bakarak, başladıkları gibi, sessizce “çevrimdışı”na geçtiler.

1 yorum: