Kahraman Kim?

Kahraman Kim?
Who is The Hero?

29 Eylül 2009 Salı

25 Kasım 2008, Salı

Yaklaşık 6 aydır dizüstü bilgisayarıma elimi sürmüyorum. O artık Yasmin’de.

Son aldığım yaklaşık yirmi kitap, kimi ilk birkaç sayfası okunmuş olarak, yeniden okunmayı bekliyor…

Neden yazmıyorsun sorusuna geçende yeni –bana göre müthiş- bir yanıt buldum; “Beynimde akan yazının hızına erişmem, oturup tuşlara basarak yetişmem olanaksız!”

Sonradan aklıma geldi ama söylemedim. Son on yıldır, bir öykü kişisi, roman kahramanı gibi yaşamaktayım.

Beynimin bir yarısı sanki gün be gün not tutuyor, günlük tutuyor, sayfa sayfa benim anılarımı biriktiriyor… ama ne zaman kağıda basılır hale gelecek, bu arşivi sanal olmaktan kim kurtaracak belli değil.

Bir dostum “madem yazamıyorsun teybe okusana!” dedi. Bu fikri tuttum. Daha doğrusu bu yöntemi biliyordum. Yanında bir süre gözlem şansım olan bir yazara, bunu kendi ısrarımla bir kez yaptırmıştım. Zorlanmıştı. Ama beni kırmamış denemiş, çok çok yorgun düşerek öyküsünü bitirebilmişti. Kasetçalardan öyküyü dinlediğimizde, bir öyküseverin asla dinlerken keyif alamayacağı kalitede olduğu kesindi. Zaman yitirmeden kaydı daktiloda yazıya dönüştürdük. Çalışma yine de çok başarılı sayılırdı; daktilo geçişinde birkaç kelimenin ötesinde fazla düzeltme de gerektirmedi. Bu deneme ilk ve son olacaktı. Zorluğu belliydi; yinelemek istemedik. Mikrofon başında doğaçlama öykü anlatma işkencesi bir daha tekrarlanmadı. O yıllarda üretimin sıcaklığı diye bir şeyin varlığına tanık olmuştum. Evet üretimin sıcaklığı. Sonraları canlı televizyon yayınlarını tanıyıp yaşadığımda farkedecektim; böyle bir şey vardı. Aynı suda bir kez daha yıkanamamak gibi bir şey. O an söylediklerinizi bir daha aynı duyguda aynı vurguda söylemenin mümkün olamaması.

Yıllar öncesiydi; Ankara’ya oyunu için gelmiş olan sevgili Genco Erkal’la oyun sonrası Çankaya’da hoş bir mekânda dostlarıyla birlikte yemek yeme şansını yakalamıştım. Masada Genco’yu saymazsak tek erkek bendim. Bu buluşmadan çok mutlu olmaktan, ya da ilginin nedense bende toplanmış olmasından, hiç aklımda olmayan bir şeyi yapmış; orada doğaçlama bir öykü anlatmıştım.

Öykü “meni sayıcı” adını verdiğim yaşlı bir laboratuar teknisyeni üzerineydi. Çalıştığım üniversite hastanesinin, o yıllarda müstahdemlikten yetiştirilme laboratuar teknisyeni, kadın-doğum’un o küçük kan ve idrar tetkikleri yapan derme çatma poliklinik laboratuarında harikalar yaratıyordu.

Masada O'nun öyküsünü üretirken; özellikle teknisyenin hocalar nezdinde nasıl keşfedildiğini ballandırarak anlatmıştım. Onun sperm hücresiyle ilk karşılaşması öykünün en can alıcı bölümüydü.

Teknisyen bir gebenin sabah idrarında, hareketli bir hücreyle karşılaşıp şaşkına dönmüştü.

Uzun süre bunun ne olduğuna karar verememişti.

Günlerce gözlemişti yeniden böyle bir canlı hücre ile karşılaşmayı. Uzun süre geçmiş, o canlı hücre ile tekrar karşılaşamamıştı.

Daha sonra hocalardan birine durumu bildirmişti. Hoca gülerek bunun bir sperm hücresi olabileceğini anlatmıştı.

İyi de sperm hücresinin idrarda ne işi olabilirdi ki? Hoca daha da keyiflenip bunun bir gece önceki cinsel ilişkide idrara geçmiş olduğunu anlatmıştı.

Doğrusu teknisyenin keyfine diyecek yoktu. Artık her sabah, gebe kadınların idrarına, dün geceden bir işaret var mı gözüyle bakar olmuştu.

Sonraki günlerde hoca, teknisyenin bu dikkat ve merakını kutlayıp yeni bir görev verdi. İlk fırsatta bir kısır erkeğin spermini laboratuara gönderecekti; tıpkı kan hücrelerini değerlendirir gibi, bu kez sperm hücrelerine bakacaktı. Hatta bunları da kan hücrelerini saydığı gibi sayarak değerlendirecekti.

Görevi sadece basit kan sayımı ve idrar tetkiki yapmak olan teknisyen, hocaların zorlaması ile işi büyütmüş, sperm sayma işine de girmişti. Artık kısır erkeklerin sperm sayıları bu adamdan soruluyordu.[1] Daha da ötesi, sperm sayıları yetersiz çiftlerde, hocanın kararı ile, aşılama işlemi için spermin tüpe alınıp hazırlanması da onun görevleri arasındaydı.

Bu yeni görevlerini çok sevmişti teknisyen.

Masada anlattığım bu “Meni Sayıcı” başlıklı öykü pek beğenildi. Genco Erkal, “bunu yazsana doktor!” dedi.

Öylesine coşkuyla anlatmışım ki, “yazsana” sözü içime işlemiş, o gece, doktor lojmanıma döndüğümde ilk işim bu öyküyü kaleme almak olmuştu.

Sabah uyandığımda birkaç kez okudum öyküyü. Hiç de fena değildi. Hastaneden öğle sonrası kaçıp Genco’nun kaldığı otele uğrayıp öyküyü İstanbul’a dönmeden kendisine ulaştırmak istedim.

Genco hemen ertesi gün tekrar karşısında beni görünce biraz şaşırdı; belki de yadırgadı. “Akşamki öyküyü yazdım, onu getirdim” dediğimde, bir kez daha şaşırdı; besbelli çok abartılı buldu; “bu ne hız!” diyebildi.

Kendimi biraz aşağılanmış “amatör bir ısrarcı” gibi hissetmiştim.

Büyü bozuluyor muydu nedir? Sözü bittiği yerde bırakmak gerekiyordu. Aynı suda yıkanmak olanaksızdı! Bunu nasıl olur da unuturdum.

Hiç yokken angarya bir iş çıkmış gibi yüzü yorgun düştü Genco’nun.
“Okuyacağım.” dedi isteksiz bir sesle.

Daha fazla kalamazdım; tekrar dün geceki ışıltıyı yakalamak istercesine “birazdan bir ameliyatta olmam gerek, hemen gitmeliyim” dedim.

Doktorluğun geçiş üstünlüğüne sığınmanın tam zamanıydı. Gülümsedi; “Amman gecikme doktor!” dedi. Üzerlerimizden yükler alınmış; o da, ben de hafiflemiştik sanki.

Yol boyu kendimi daha da rahatlatmaya çalıştım; “bak gör bayılacak öykünün yazılmış haline… kim bilir ‘ya doktor bundan bir oyun bile çıkar’ diyecektir!”

Saçmalamıştım. Dün geceki öyküyü belki de böyle bir beklenti sonucu; gerekli gereksiz eklemelerle daha da büyütmüştüm.

Sakın öykünün o dokunulmamışlığı bozulmuş olmasın! Tadım yeniden kaçmıştı.

Ertesi akşam gerçeği öğrenecektim.

Genco, sözünde durmuş, öyküyü okumuştu. Yorumu bende soğuk duş etkisi yaratacaktı!

O gece yemekte bulunan bayanlardan birine, “Doktor keşke yazıya dökmeseydi. Yemekte anlattıkları, olağanüstü güzeldi.” demiş...



20 yıldan uzun bir süre sonra bir Marmaris gecesinde "Sivas'93"ü Yasmin'le seyredip oyun sonu kuliste Genco Erkal'e "merhaba" diyebilmek ve bu resim karesinde Yasmin'in de yer alması benim için çok anlamlıydı. Hepimiz geçmiş'tik artık, gelecek Yasmin'di.





_______________________________
[1] Kısırlık üzerine o yıllarda henüz daha tüp bebek uygulamaları yokken, aşılama denilen erkeğin spermini alıp, ince plastik bir kanülle rahim ağzına aktarma işlemi çok modaydı. Pek sonuç alamasak da hocalar bu konuda nedense ısrarcı olurdu. Şimdilerde böyle bir işlem, erkekten alınan sperm sıvısı özel solüsyonlarla yıkanıp içlerinde en hareketli, en nitelikli spermler seçilip ayıklanarak yapılmakmaktadır. Oysa o yıllarda laboratuar tüpüne alınan spermler hiçbir işlemden geçmeden doğrudan uygulanırdı. Sperm alerjisi diye bir gerçek vardı kitaplarda yer alan; bundan korktuğumuzdan olsa gerek, elimizdeki malzemeyi rahmin içine değil de, vajen girişine usulca bırakmayı tercih ederdik. Sonraları biraz daha cesaretlenip, plastik kanül ucunu rahim ağzından biraz daha ileriye uzattığımız da oluyordu. Oysa doğru olan yıkanmış ve alerjik yapısı engellenmiş sperm sıvısının kanül yardımı ile rahmin içine aktarılmasıdır (şimdilerde böyle yapılmaktadır).

28 Eylül 2009 Pazartesi

Artık Marmaris’teyiz.

2003 yılı...

Kasım ayının ilk haftası...

İstanbul'dan bir otobüsle Bodrum'a gidip orada beni bekleyen kiralık Palio ile Bodrum'dan yola çıktım.


Harita resmi

Milas, Muğla, Marmaris, Köyceğiz ve Dalaman'da molalar verdim, kenti kasabayı gezdim, denizi gölü seyrettim... Her yerleşimin bir hastanesi vardı; onlara baktım... Muğla'da büyük doktor direnişi vardı, poliklinikler acil dışında kapalıydı. Diğer yerlere direniş hiç uğramamıştı bile...

Hava kararıncaya dek gidebildiğim yere kadar gitmekti niyetim.

Fethiye'ye ulaştığımda hava kararmıştı.

İlk işim kalacak yer bulmaktı; çarşı içinde bir otele yerleştim.

Sonrası belki de uzun uzun anlatılacak 3 yılı kapsadı.

Istanbul'dan ayrılmam için aradan (1990-2004) 14 yıl, Fethiye'den ayrılmam için ise en az 3 yılın geçmesi gerekiyormuş...

Mayıs 2007'den bugüne artık Marmaris'teyiz.

Şimdilik burdayız. Ama yarın ne olur; kim bilebilir...





23 Eylül 2009 Çarşamba

Birileri bizi gözetliyordu

pissuar1

Prag, Palladium AVM, Erkekler Tuvaleti; Ocak 2009


Pissuar yoksa pantolonda fermuara da gerek yok! Gelsin salvar pantolonlar!

Bir sabah aniden farkedip dusundum; sizlerle paylasmak istedigim konu, pissuarlar olmasa idi, ya da biz erkekler klozet kapaklarini kaldirip her zamanki rutin ihtiyaclarimizi yerine getirmeyecek olsa idik, o zaman pantolonlarin fermuarlarina da gerek kalmayacak; belki de Ordu valisinin fetvasina uygun dusecek sekilde salvar pantplonlar, bel kismi iple baglanan turde pantolonlar giyecektik... Yoksa istenen gidis bu yonde midir? Bir valinin onca isinin arasindan milletin uckuru ile ilgileniyor olmasi akla zarar tabii ki. Size 2009 Ocak ayinda Prag'da bir alisveris merkezinin genel erkek tuvaletinde cektim bu pissuar manzarasini... Modernizmin verdigi naiflik ve hafife alma tarzinin yaninda, bizim belki de fermuarsiz salvar pantolonlar giymemizi isteyen zihniyet nasil birbirinden uzaktalar...

Pissuarlar, bir hekim olarak belirtelim, gercekten daha sihhi daha pratik cozumler getirmistir. Prostat riskli hasta adaylari icin de erken tanida cok daha kolay bir yol ayrimidir... (ayakta iseme mesafesi olculecek ise, en kolay olcum pissuar onunde olacaktir...)

VİSKİNİN MUADİLİ OLUR MU?



Otel ismi: Orange County DE LUXE HOTEL – ANTALYA Kemer
Konu ürün: İstanblue Turunç aromalı Malt VOTKA
http://www.etstur.com/Orange-County-Deluxe-Hotel


VİSKİNİN MUADİLİ OLUR MU?

MALT VOTKA VİSKİ SAYILABİLİR Mİ?

FİRMA MALT VOTKAYI VİSKİ OLARAK VERİLSİN DİYE ÖZEL OLARAK ÜRETİYOR OLABİLİR Mİ?

Otel 5 yıldızlı. UHD. Yani Ultra her şey dâhil tanımlı.
Ancak eylül döneminde havalar serinledi diye klima sistemini kapatıp merkezi ısıtma sistemine geçmişler; ama fiyatlandırma Ekim ayı üzerinden değil, yine Eylül fiyatı ödüyorsunuz. Odaların çok sıcak olduğu yönünde müşteri şikayeti karşısında, ancak 2 gün sonra klimalar normale dönebiliyor.
Kapalı yüzme havuzu gerçekten kapalı; çünkü su ısısı belirtilmediği gibi, buz gibi; havuzun hemen yanında jakuzi çalışıyor ama içindeki su yine buz gibi. Fin hamamı kapalı; kaç gün ara ile sorarsanız sorun, 2 gündür arızalı deniyor…
İçki veren barlarda viski yerine ISTANBLUE’nun turunç aromalı malt VOTKA veriliyor; bunu tespit ettiğinizde operasyon müdürü, “ne var bunda, bu bir viski muadilidir, kaçak zehirli alkol vermiyoruz!” diyor. [1]
Tekila isteyene yine votka veriliyor… Otelin simgesi haline gelmiş bir içecek olarak plastik büyük bardaklarda taze naneli limonlu MOHİTO içeceği de, yine operasyon şefinin açıkça belirttiği gibi, BAKARDİ yerine yine VOTKA kullanılarak yapılıyor. Çoğunlukla Rusların ziyaret ettiği bir otelin, çok az miktarda Türk müşterilerinin bu tür itirazları ise çok anlamsız bulunuyor. Çünkü bu konuda hiç şikâyet almıyorlar!
Operasyon şefine soruyoruz; “bu bir aldatmaca değil mi?”
Cevap hazır; “asla değil, kimseyi zehirlemiyoruz. [2] Viski muadili votka kullanıyoruz, bunun ne zararı var. Benim anneme de tansiyon ilacını, doktorun yazdığının muadilini verebiliyorlar. “
“Ama size ilacın muadil olduğunu söylüyorlar, sizin muadili kabul etmeme şansınız var; bize bunun viski muadili olduğunu durumu kendi çabamızla çözdükten sonra, siz söylüyorsunuz… Örneğin bize “muadil mi, gerçek viski mi istersiniz?” diye soran barmeniniz yok!”
Sessizlik.
“O zaman siz evde de misafirlerimize çaktırmadan viski muadili votka ikram ederek tasarruf yapmamızı öneriyorsunuz, öyle mi?” diyoruz.
Operasyon şefi, “Hayır bu sizin sorununuz, ben böyle bir öneride bulunmadım.” diyor.
“Peki siz evinizde böyle muadil bir ikram yapıyor musunuz?” diye ısrar ediyoruz.
“Hayır yapmam.” diyor.
Özetle;
“Oteliniz çok tutumlu, yani eli sıkı bir ULTRA HERŞEY DAHİL anlayışı sezdik…
“Barda sarı ve beyaz leblebiden, kavrulmuş mısırdan oluşan çerez veriyorlar, bizim alışageldiğimiz fındık-fıstık-çam fıstığı-vb asla yok.
“Müşteri ne istese onun votkalısını veriyorsunuz…
“Plaj havlularınız otelin ilk açıldığı yıldan kalmış olmalı… Hepsi rengi uçmuş eprimiş… Havluda belli bir standartınız da yok; bazı havlular yüz havlusu büyüklüğünde, bazısının eni çocuk boyunda!
“İskelede de nedense sebil makinesinde AYRAN konulmuş, yabancı müşteriler pek yüzüne bakmıyor…
“Klima tasarrufunuz olsun, kapalı havuzu ısıtmamak olsun, hep aynı nedenlerden olsa gerek. Ama odamızın enerji tasarruf sistemi arızalı idi, otel zarar etmesin diye hemen bildirdik, ama 5 gün içinde kimse gelip tamir etmedi!”

Şef yine de umutlu;
“Ama ben sizin ailece bu otelde mutlu olduğunuzu görüyorum.” diyor operasyon şefi.
“Bu tümüyle bizim alçak gönüllü olmamızdandır; bu oteli maalesef kimseye tavsiye edemeyiz. Otelinizde yeşil alan hemen hemen hiç yok, ne tenis kortu, ne açık spor sahası mevcut, kapalı yüzme havuzunuz sadece kışın açıktır diyorsunuz, bu 5 yıldızı kim nasıl veriyor acaba?”
Evet sormak gerek, bu otellere bu 5 yıldızı kim verip de denetlemiyor acaba?


NOT:
Konu ürün olan İSTANBLUE TURUNÇ AROMALI MALT VOTKA hakkında bilgi almak, bu ürünün piyasada bulunmama nedenini sorgulamak, bu ürünün bazı oteller “viski muadili” kullansınlar diye özel olarak üretip üretmediğini (bunu barmen genç ağzından kaçırmıştı; “bu ürün oteller için özel üretiliyor” demişti.) sormak için BURGAZ Alkollü İçkiler San. Tic. A.Ş. nin http://www.burgaz.com/tr/burgaz.htm internet adresinden merkez ve fabrika telefonlarını arayarak bilgi almak istedik. Müşteri temsilcisi ya da ürün müdürü gibi ünvanlarda kimseye ulaşamadık. Santraldeki bayan da biraz tersler bir ses tonu ile “bir şikayetiniz varsa internetteki sayfamıza imeyil yollayın!” dedi.

Ali Nurettin Gürses
0532 414 21 10
(2+1) Müşterİ
Otel kalış/çıkış tarİhİ: 11/16 Eylül 2009
Oda no.: 5406




[1] GAZETE HABERİ: 6/7/2008 Yalçın BEL / SABAH

Tatilciye sahte votka ve viski satacaklardı Pendık'te jandarma, tatil bölgelerine gönderilmek üzere hazırlanmış 4 bin sahte votka ve viski ele geçirdi. Sahte votka ve viski dolu koliler imalathane önüne park edilen bir minibüse yüklenmek istenirken suçüstü ele geçirildi.

[2] GAZETE HABERİ: 4-7-2009 Yurtiçi Haberler

Antalya'da 3 bin 400 şişe sahte içki Antalya'da 3 bin 400 şişe sahte içki konusu; ANTALYA'da bir ihbarı değerlendiren polis Ankara'dan kamyonla getirilen 3 bin 400 şişe sahte viski ve votkaya el koydu. Polis sahte içkilerin sahibi ve 2 kamyon şoförünü gözaltına aldı. ANTALYA'da bir ihbarı değerlendiren polis Ankara'dan kamyonla getirilen 3 bin 400 şişe sahte viski ve votkaya el koydu. Polis sahte içkilerin sahibi ve 2 kamyon şoförünü gözaltına aldı. Kaynak : yorumla.net - Antalya'da 3 bin 400 şişe sahte içkiSahte içki şişelerinin üzerine gerçek bandrol yapıştırıldığı belirlendi. Sahte içkilerden alınan numuneler incelenmesi için Tarım İl Müdürlüğü'ne gönderildi.

22 Eylül 2009 Salı

Gündökümü


Tomris Uyar ilk gündökümünü 1975-1984 arasında yazmıştır.


Önsözdeki şu cümleler dikkat çeker;

“Gündökümlerinde Tomris Uyar, her zaman öykü malzemesi oluşturmayan, ama kendisinin, gerek bu toplumun bir bireyi, gerek bir yazar olarak, okurla paylaşmadan edemeyeceği güncel deneyimleri yazıya döküyor. Tomris Uyar'a göre güncenin önemi, yazarın iç dünyasına ışık tutarak öteki ürünlerini bütünlemesi, onu okura daha yakın kılmasıdır.”


Bu tanım bile blog serüvenimize GÜNDÖKÜMÜ kapısından geçmemizi en yerinde kılacaktır.


“Gün döküle önümüze; yazmak bahane, günleri dökmek şahane!” diyelim ki yolumuz açık olsun.

Neden Gündökümü?


İlk öykü ile beni tanıştıran yazarların başında Tomris Uyar gelir. Tomris Uyar'ın Gündökümü ismini verdiği günceleri ilk öykü denemelerimiz için birer çağrı metinleri olmuştur.