Kahraman Kim?

Kahraman Kim?
Who is The Hero?

16 Şubat 2011 Çarşamba

Hastane Günlüğü (6) | Mart/Nisan 2010

lastscan4

* kalp cerrahlarının hastaya "merhaba" deyişlerinde kendince asalet var. ilk hareketleri hastanın göğüs kafesine, özellikle ameliyat yeri olan sternuma bastırarak "öksür!" demek oluyor. en çömezinden hocasına hepsi aynı şeyi yapıyor. "öksür!" ardından hazır cevap; "bugün iyisiniz!" oysa ben artık tümüyle iyi olmak ve bu ortamdan uzaklara gitmek istiyorum. öksürdüğümde göğsüme bir yastık bastırmak da artık yeni kazanılmış bir refleks oldu. çevremdekiler de öksürük sesine hemen "yastık!" diye telaş gösteriyorlar. yastık her an, yanımda bir yerde hazır olmalı. koridor turlarımın ilklerinde de yastığı göğsüme yapıştırıp yürüyorum. sevgiliye sarılır gibi yastığıma sarılıyorum. sonradan anlıyorum ki, hiç bir şey olmamış gibi kolları iki yanda sallayarak yürüyebilmek ancak servisin doktorlarına özgü olabilir. ameliyat öncesi kıl/tüy kazıma, saç sakal kesme karşılamasından sonra, özellikle yoğun bakım yalnızlığını izleyen günlerde süngüsü iyice düşmüş, kendine güveni bir bakıma sıfırlamış, yarın ne olacak kaygısı büyümüş olarak hayata tutunmaya çalışmaktayım.

* göğsümdeki dikiş izine ilk kez alıcı gözle baktım. bir cerrah gözüyle çizgi düz düz olmasına. ama 3 sezaryen dikişi kadar geniş. 3 bebek kafası çıkar bu açıklıktan. dokunuyorum, bariz bir hissizlik var, elektrik çarpmış gibi, bir pilin iki ucuna dilimi değdirmiş gibi hissediyorum. kalın bir kabuklanma, skar gelişimi oluşmuş gibi. hafif kaşınan bir dolgunluk bu. aynada yokluyorum, plajda hayal ediyorum kendimi, resmen kumsalda "bakın ben ameliyatlıyım" diye bağıran bir dikiş izi bu. benzer dikişi olanların üstüme atlamaları, hemen bir kardiyoloji muhabbeti açmaları mümkün. eşim göğüs kılları uzayınca kapatır diyerek moral vermeye çalışıyor. gözüm sağ bacağımdaki safen vene ait kesiye gidiyor, o da boydan boya bayağı uzun, ama çok düzgün ve hiç iz yok. ilk günden giydiğim varis çorabı belki kabuk bağlamasına, iz yapmasına izin vermedi. sarışın 2. yıl asistanı Dr. İlknur "safen veni ben çıkartmıştım" demişti, belli ki özene özene kapatmış. ilk asistanlık yıllarıma gitti aklım, ilk ameliyatlarımızda cilt dikişinin yarısını biz kapatırdık, karşı yarısını hocamız. bazan hoca bizim tarafa da dikiş atmayı sürdürürdü. gecikirsek o yetişip bizim tarafı da dikerdi. cerrahlar hastanın sağ tarafında durduklarından hasdtaların sol yan dikişleri bize ait olurdu. pansuman sabahları hep bakakalırdık kendi attığımız dikişlere. bir gün elbet dikişi tümüyle kendimizin yapacağı günlerin geleceğini düşünürdük. dikişi açılan hastalarda yarı dikiş atsak da tümüyle sorumlu biz olurduk. dikişlerime bakıyorum, zırh gibi sıkı; açılması mümkün değil. her öksürmede elim dikiş yerinde. hocanın muayenesi gibi tekrarlıyorum kontrolü; "öksür!" - "iyi iyi, herşey daha iyi!"

* 30 yıl aradan sonra bitirdiğim üniversitenin koridorlarında yürüyoruz eşimle. eşime girip çıktığımız anfileri gösteriyorum. bunların çoğu yoktu, her yer etkinlik noktasına dönüşmüş, afişler, duyurular, el sanatları sergileri, otomatik kahve / kola makineleri, cep telefonu aksesuar satıcıları, Muhittin Erel Salonuna giden yol üzerinde bir de kitapçı var. Her tür kitap sergileniyor. Gözümüz diyet kitaplarında; belli ki burdan eve dönüşte sıkı diyetler bekliyor olacak.  Polikliniklerin olduğu koridorda sırası gelen hastaları gösteren ekran bilgileri hoşuma gidiyor. Banklarda oturup gazetesini okuyan hastaların gözü ekranda. Bu koridorlar, bizim sloganlar atarak yürüdüğümüz, hocaların kaçıp gizlendikleri koridorlar. "Bugün boykot var!" denince hayatın durduğu anfi önleri. 12 Eylüle birkaç ay kala, "Ölenler döğüşerek öldüler;  / güneşe gömüldüler. / Vaktimiz yok / onların matemini tutmaya! / Akın var akın / güneşe akın! / Güneşi zaaaptedeceğiz / güneşin zaptı yakın!" diye bağırdığımız koridorlar. Ne çok şey değişti o günlerden bugüne. O yıllarda heyet raporu için 4 resim gerekli dediklerinde, hemen kırtasiyecilerden birinde kimlik cüzdanından fotoğrafı hem de renkli çoğaltıp 5 dakikanın içinde üretmek mümkün değildi. Mumlu kağıtlara daktiloda yazılmış bildiri örneklerini teksir makinesinde çoğaltıp boykot kararı alınmadan anfiye yetiştirmek bile yarım günümüzü alırdı. Anatomi hocamızın "boykot günlerinde kadavralar çürüyor, n'olur bırakın boykotu da derse girin!" diye seslendiği günlerdi. Nerde şimdiki öğrenciler? Her yer hastalarla dolu. Herşey hastalar için. Üniversiteden çok normal bir numune hastanesi kalabalığı var koridorlarda.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder