Kahraman Kim?

Kahraman Kim?
Who is The Hero?

16 Şubat 2011 Çarşamba

Hastane Günlüğü (5) | Mart/Nisan 2010

lastscan4

* Gözümün önünden hiç gitmeyen, yoğun bakımdaki susuzluğum. Kapatıyorum gözlerimi, üzerinde ıslak nemli buz buharı olan pette su şişeleri düşlüyorum... Selimiye'de deniz kenarında buzluktan çıkarılmış özel cam bardaklara köpürtmeden bira dolduruyorum... kana kana içiyorum pet şişeyi kafama dikip. doymuyorum suya. kapağını açıp pet şişeyi sular yüzüme dökülürcesine hoyratca içiyorum yeniden. neden soğuk su içeriz çok susadığımızda? cevabı açık; soğuk suyun mideden emilip kana geçerek susuzluk sinyallerini beyinde iptal etme süresi çok hızlı normal ılık sudan da ondan! yoğun bakımlarda soğuk su vermeliler... bu hıza ihtiyaç var. ama yoğun bakım hep sabırlı insanların bir arada olduğu bir yer. adeta bir pazar yeri gibi. gelenler gidenler, koca bir koridordan ne çok geçen var. sebze, meyve, yeşillik, soğan, patates, pırasa, karnabahar, lahana ve benzeri sergi tezgahları da biz hastalarız besbelli. her gelen şöyle bir önümüzde durup göstergelerimize göz atıyorlar. önemli biri gelmişse çevresinde toplanıyor devamlı salonda yerleşik bulunanlar. not alanlar var, hemen komut alıp koşturanlar... tezgahlarımızdan bazan sinyal sesleri yükseliyor, kalabalık telaşlanıp koşuşturmaya başlıyor. sinyal sesi nedense herkes duyana dek sürüyor, sinyali susturmanın bir yolu var besbelli, ama nedense hemen kesmeyi istemiyorlar... "durumdan görev çıkartmak" diye bir deyim, ameliyat öncesi takıntı olmuştu bende. evet haklıyım burda da durumdan görev çıkaranlar var. bizim iyilik halimiz de, kötülük halimiz de birilerine görev yaratıyor. onların burdaki varlıkları bizim varlığımıza bağlı. biz varız ki onlar da var. "senin maaşını ben veriyorum" diyen hasta, hekime karşı çok haklı, o olmasa ne yapar hekim? ama biz hastalar o kadar çokuz ki, yetişemiyorlar bile. sinyaller çalıyor, kalp izlem aletleri imdat alarmı veriyor, "bir dakka oturmadım" diye hayıflanan hasta bakıcılar, hemşireler, alıştıkları sinyal sesleri arasında koşturmaya devam ediyorlar. benim arada kırık dökük çıkan "su rica ediyorum" cümlem dikkate bile alınmıyor. "sırası mı şimdi!" der gibi terslemeye hazırlar, ama oyalayacak bir şeyler söylemeyi tercih ediyorlar. "bekleyin!" en çok söylenen bu! bazan "bekleyin lütfen!" şeklinde yumuşatılan oyalama cümleleri. bazısı ilk kez duymuş gibi yapıyor, "size su verilmesi uygun mu, öğrenmemiz gerek!" diyor. tam bir zaman kaybı. öğrenecek, soracağı kişileri bulana dek zaman geçecek. "uygun; veriyorlar, daha önce de verdiler" demeye çalışıyorum sesim çok yüksek çıkamadığından duymuyorlar bile. bacaklarımın arasında plastik bardak hasretle yeniden dolmayı bekliyor. yeniden isterim düşüncesi ile o plastik bardağı asla atmıyorum. iç içe geçmiş biraz kalınlaşmış plastik bardaklarım ve ben; susuzum, susuzluğum daha ne kadar sürecek belli değil. derken uzun saatleri geride bırakmış hastalara sıvı rejim dağıtılıyor. bir tepside 3 beyaz renk kapaklı kap duruyor. görevli getirip uzanamayacağım bir mesafeye bırakıp hiç bir şey söylemeden gidiyor. gözüme kestiriyorum tepsiyi, o bana ait, benim yatağıma gelmesi gerek, ama nasıl? koridordan geçen insan kalabalığından üzerindeki giysiye göre en uygun kişiyi seçip bu tepsiyi kucağıma koydurmalıyım. bir türlü uygun giyimli görevli geçmiyor. sesim yüksek çıkmadığı gibi herhangi basabileceğim bir zil de yok. neyse ki bir temizlik elemanına tepsiyi işaret edip yardım istiyorum. eleman tepsiyi getirip bacaklarımın üzerine bırakıp gidiyor. tepsideki 3 kapta beyaz bir çorba, kızıl renkte bir komposto ve yine beyaz muhallebi var. ne kaşığım ne çatalım kullanabileceğim hiç bir şeyim yok. kompostonun kapağını güçlükle açıp kabı kafama dikiyorum. dilim ıslanıyor sonra boğazım, ağız boşluğunda kompostoyu şöyle bir dolaştırıp keyfini çıkarıyorum. son damlasına dek bitiyor komposto. çorbayı bir dikişte indiriyorum mideye. muhallebi oyun ediyor kaptan bir türlü akmıyor, dilimle kaşıklıyor gibiyim. susuzluğum gitmiş, ama tepsiyi almaya gelen personelden ne olur ne olmaz bir daha fırsat olmaz diye su istiyorum. iç içe geçmiş plastik bardakları ayırıp iki ayrı bardağa su almak; daha çok su almanın bir yolu. personel "çok susamışsan amca!" diyor. evet "amca!" diyor, bu yataklarda hep teyzeler amcalar yatar, hastalanmak bir bakıma yaşlanmaktır. kendimi yenidoğan gibi hissederken bu "amca" sözü keyfimi kaçırmaya yetiyor. oysa yenidoğanın beceriksizliği, bakıma muhtaçlığı, her konuda yardım edilen ve anlayışla karşılanan olması daha avantajlı gibi gelmişken, bu "amca" sözü ürkütücü. bir an önce yoğun bakımdan kurtulmak servise, bana bakacak insanların kucağına dönmek istiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder