Kahraman Kim?

Kahraman Kim?
Who is The Hero?

26 Mart 2013 Salı

HAVUZBAŞINDA KOKTEYL VE GALA YEMEĞİ

 

Ferhan Şensoy’ un “Düşümde Hipokrat’ ı Gördüm” başlıklı yazısıyla Yıldız ilgili olarak düşündüklerim;

“33 yıllık bir hekim, 25 yıllık Kadın-Doğum Uzmanı olarak bir hayli deneyime sahip biri olarak; otel odasında yatağın üzerine konulmuş beleş çanta ve dolmakalem ikrâmından yeterince mutlu olmuş olan paramedikal bir şahsiyetin, çantanın asıl sahibinin küserek oteli terk ettiğini (muhtemelen yine firmanın ayarladığı taksi ile) havaalanına gidiyor olması beni hiç ama hiç şaşırtmadı.

Maalesef biz böyleyiz bize artık her şey müstehak diyenlere asla katılmak istemiyorum… Ama bildiğim kadarı ile bu hastalığımız (küçük burjuva kompleksimiz) oldum olası vardı, yıllar içinde inanılmaz çapta büyüdü, artık beslenemez bir hale geldi ve kendini kendini yemeye başladı.

Yaklaşık 12 yıl önce de durum çok farklı değildi. 2001 yılına ait bir kongrenin sosyal program notlarını bulup tekrar gözden geçirdim. Şensoy’ un yazdıklarına yakın gözlemler olduğunu fark ettim. Daha önce yayınlanmış olan bu yazıyı sizlerle de paylaşmak üzere buraya aktarıyorum:

HAVUZBAŞINDA KOKTEYL

Kokteyl akşam 8’de idi. Tam 8’i 5 geçe orda oldum. İnanılır gibi değildi; büfelerde hiç bir şey kalmamıştı.

Kalabalık bir çemberi yararak ulaştığım bir büfede, tam uzanıp kalın sarılmış bir sigara böreğinialacaktım ki, yandan tanımadığım bir ses, “… Sanki Piranhalar gibi anında götürüyorlar!” dedi.

Bu sözden rahatsız olup hareketsiz kaldım. Baktım, konuşan tanımadığım biriydi ve başka yöne bakıyordu. Büfeye dönüp tekrar niyetlendim, ama artik çok geçti; yaşlı bir alman kadın, o tek böreği, iki parmağının arasına sıkıştırmış, telaş içinde götürüyordu!

Uzun süre büfeler yine boş kaldı. Çok sonra, yine bir rastlantı sonucu tekrar sigara börekleriyle karşılaştım. Börekler çok lezzetliydi ama tek kusurları; çok sıcak olmalarıydı! Herkes çabuk davrandığından, börekler soğumaya pek zaman bulamıyordu.

GALA YEMEĞİ

Kayıt yaptırırken kayıt ücretini 40 mark eksik almışlardı da, pek anlam verememiştim. Kongre çantasından Gala Yemeği davetiyesi çıkmayınca, gidip sormuştum. O zaman bana açıklama yapmışlardı, tahmin edilenin aksine, 400 kişi yerine tam tamına 700 kişi gelmiş kongreye.

Bu nedenle de gala yemeği davetiyelerini son gelenler için çantalara koymamaya ve 40 mark da eksik almaya karar vermişler. Bir bakıma önceden kayıt yaptırmış olanlar cezalandırılıyordu.

“Peki siz sanıyor musunuz davetiyesiz olanlar yemeğe katılmayacaklar?” diye sordum ve ekledim: “Tüm kongrelerde olduğu gibi herkes kolayca girecektir.”

“Hayır” dediler “Davetiyesi olmayan giremeyecek!”

Sonra da benim bu uygar yaklaşımımı (?) dikkate alarak, çıkarıp yemek davetiyesi verdiler. Çok gururlanmıştım. Ama hemen ardından 40 mark istemeyi de unutmadılar.

Pazar akşamı saat sekiz. Otelin lobisinde korkunç bir kalabalık, merdivenlerin başını tutmuştu. Maaş kuyruğunda bekler gibi, omuz omuza vererek üst katlara çıkış tümüyle kapatılmıştı. Yağmurun yağma olasalığı ileri sürülerek, havuz başındaki masa düzeninden vazgeçilmiş ve şimdi de konferans salonunun koridorlarına büfeler hazırlanıyordu. Ve 1 saate yakın bir gecikmeden sonra, girişte kimseye davetiye sorulmaksızın, içeri alınma işlemi başladı.

Firma stand’ lerinin olduğu salon; omuz omuza yürümeye çalışan, masalar arasında çocuklar gibi koşuşturan, büfelerin başında uzun kuyruklar oluşturan, birbirini kuyruğa girmeye sert sözlerle davet eden, karısı- çoluğu – çocuğu ile “mutlu bir aile” tabloları oluşturan doktorlarla doluydu.

Masalara yerleştirilmiş sıcaklar, soğuklar, meyveler, peynirler, tatlılar, ve sanki hiç bugüne dek böyle bir ikramı yaşamamışçasına heyecanlanan, kuyrukları geride bıraktığında adeta sevinç gözyaşları döken doktor profilleri….

İçlerinden biri bile çıkıp itiraz etmiyor, safları sıklaştırıp ilerlemeye, tabakların olduğu yere bir an önce ulaşmaya, oradan kepçeyi kapmaya, tabaklarına alabileceği kadar çok ve çeşitli mezeleri doldurmaya çalışıyorlardı.

İste asıl şimdi başlıyordu şaşkınlık. Bir elde içki, bir elde tabak; peki bir üçüncü el yok ki, yemeğe başlanabilsin. Tabağını ya da içki bardağını koyabileceği, hafif kaykılıp yiyebileceği bir yükseklik, bir masa üstü, en azından bir saksının kenarı bile yok!

Kongreyi üstlenmiş olan turizm şirketinin en üst yetkili operatörünü çağırıp, inatla yanımıza gelmelerini bekledik.

Bu nasıl iş dedik. Bunun bir açıklaması olabilir mi dedik.

Siz üzerimizde fare deneyi mi, yoksa zekâ testi mi yapıyorsunuz; amacınız nedir?

700 kişinin olduğu sürpriz değil ki, bu insanlar cuma sabahından beri buradalar… eğer davetiye diye bir olay varsa niçin işletemiyorsunuz.

Yemeği zaten bir ilaç firması (S.) üstlenmiş, onlar niye ortalıkta gözükmüyorlar. Madem bir yemeğe soyundular, üstesinden gelsinler…. Yağmayan yağmuru bahane edip, insanları konferans salonunun koridorlarında birbirlerine kırdırıyorsunuz. Bu yakışıyor mu?

Bakın yurtdışından gelmiş, gündüzleri el üstünde tutulan yabancı konuşmacılar, neye uğradıklarının şaşkınlığını yaşıyorlar; paniklemiş bir durumda köşeye çekilmişler, bu sağanağın durmasını bekliyorlar…

Gala yemeğini protesto ederek oteli terk ettik.

 

Yıldız http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2013/02/13/misafir-yazar/dusumde-hipokrat-i-gordum/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder